Hibrit Eğitim: Yarım Yarım, Tam Tamına Bir Deneyim
Geçen kış, Kayseri’de, karın şehirdeki her şeyi beyazla örtüp sıcak çayların yudumlandığı bir günde, ilk defa hibrit eğitimle tanıştım. O kadar beklediğimiz “normal” döneme geri döneceğimizin haberini almıştık. Ama “normal” dediğimiz şey, aslında hiçbir zaman bildiğimiz gibi değildi. Hibrit eğitim hayatımıza girmişti ve ben de birdenbire iki dünya arasında sıkışmıştım. Hem sınıfa gidip, göz göze ders yapmaya hem de bilgisayarımın ekranında, kimseyi göremediğim bir odada derse katılmaya alışmaya çalışıyordum.
Bir Yandan Çevrim İçi, Bir Yandan Yüz Yüze
İlk gün, sabah dersim için bilgisayarımı açtığımda kalbim heyecanla çarpmaya başlamıştı. Ekranda hocamızın yüzü belirdiğinde, kulaklıklarımı takarken hissettiğim o garip tedirginlik beni sardı. Ne kadar beklediğimiz yüz yüze eğitim olsa da, bir tarafta hala dijital ortamın soğukluğu vardı. Gözlerimin tam önünde, dersleri sesli ve canlı olarak takip edebilsem de, sınıf arkadaşlarımın ciddiyetine ya da komik bir şekilde gülmelerine tanık olamıyordum. Ne kadar dikkat etsem de bilgisayarın başında oturmak, fiziksel olarak dersten kopmamı sağlıyordu. Hocalar, sanki onların da alışması gereken bir şey varmış gibi arada sırada duraklıyor, sesin kesildiği anlar oluyordu. Her şey yarım, her şey eksikti.
Bir tarafta bilgisayarın başında, dersten başka bir dünyaya adım atmak üzereyken bir yandan da okulun yollarını yürümek istiyordum. O sabah Kayseri’nin o soğuk havasında okuluma gitmek, arkadaşlarımla yüz yüze derse girmek… Ama olmadı. Hibrit eğitim, bana hayatın her zaman istediğim gibi gitmediğini, her şeyin belirsiz olduğunu bir kez daha hatırlattı. O an, sınıfın içinde yalnız kalmanın ne kadar zorlayıcı olduğunu fark ettim. Ama bir şekilde devam etmek zorundaydım.
Kararsızlık ve Zıt Duygular
Dersin bitmesine birkaç dakika kalmıştı. Herkes sınıfında, ekranların karşısında, ben ise bilgisayarımın başında. O an, hayatımda birçok kez hissettiğim o kararsızlık duygusunu bir kez daha yaşadım. Tam olarak nereye ait olduğumu, nerede daha verimli olacağımı bilmiyordum. Hibrit eğitim, adeta iki ayrı dünyayı birbirine karıştıran bir bulmaca gibi geldi. Hem sınıf ortamını özlüyor, hem de evde dersin sessizliğini. Bir yanda katı kurallar, bir yanda kendi odanda özgürlük vardı. Ama ikisinin de tam olarak “ben” gibi hissettirmediğini anlamaya başladım.
Sadece dersler değil, sosyal yaşantım da hibritti. Bir arada olamadığım arkadaşlarım, sanal ortamda olmaya devam ediyorlardı. Birlikte kahve içmek, akşamları sohbet etmek… Hepsi ekranlardan gözüküyordu. Ama hiçbiri tam anlamıyla gerçek değildi. Konuşmalar daha soğuk, daha mekanik bir hal almıştı. Sanki her şeyin yarısı vardı, ama tam değildi.
Sonunda Bir Duygu: Umut
Bir süre sonra, hibrit eğitimle olan ilişkimi tekrar gözden geçirdim. Eksik, yarım hissetmeme rağmen, bir noktada her şeyin birbirine karıştığını fark ettim. Artık her sabah derse girerken, ekranın başında olmaktan değil, o dersten alınan birkaç cümleden edindiğim bilgiden mutlu olmaya başladım. Çünkü hibrit eğitim, hem yüz yüze hem de çevrim içi dünyanın birleşimiyle bana farklı perspektifler sundu. Bilgisayarımda veya sınıfta bir şeyler öğrenmek, bana daha fazla seçenek sunuyordu. Bazen evde derse katılmak, bir öğretmenin sunduğu soruları daha rahat düşünme fırsatı veriyordu.
Sonuçta, hibrit eğitimde tam olarak ne hissettiğimi anlamadım. Bazen tedirgin, bazen umut doluydum. Bu eğitimin bana sunduğu yarım yarım olan her şey, aslında beni daha güçlü bir şekilde şekillendirdi. Evet, eksikti ama yine de sonuna kadar denemek gerekiyordu. Belki bu süreç, sonunda bana daha fazla şey öğretecekti. Tam olarak ne olduğunu, ne kadarının yeterli olduğunu kimse bilmiyor. Ama bence hibrit eğitim, duygusal olarak herkesin kendine dair bir şeyler keşfettiği, gelişmeye başladığı bir yolculuk.