“Yürüyüş, bir kişi hakkında ne anlatabilir ki?” diye düşünenler var. Peki ya, bir kişi binlerce kelime söylemeden yalnızca adımlarını takip ederek neler ifade edebilir? Adı adım yürüyüş, bir insanın dünyaya nasıl baktığının, toplumsal rollerine nasıl uyduğunun, hatta yaşadığı duygusal durumunun dışa vurumudur. Ama gelin görün ki, “adı adım” denilen bu basit hareketin toplumsal olarak ne kadar yanlış yorumlandığı, nasıl yüzeysel bir şekilde değerlendirildiği ve bu şekilde topluma mal edilen “yürüyüş kültürü” üzerindeki eleştirilerim çoğalmaya başlıyor.
Herkesin bir yürüyüşü vardır. Kimi ağır, kimi hızlı, kimisi adımlarını sıklaştırır, kimisi ise huzurlu bir ritme sahiptir. Ancak bu yürüyüş, genellikle kim olduğumuzu anlamak için ilk adımımız haline gelir. Bu noktada, insanları yalnızca yürüyüşlerine bakarak değerlendirmenin, işin içine cinsiyet, yaş, toplumsal konum gibi pek çok faktörün girmesiyle ne kadar yanıltıcı olduğunu gözler önüne seriyoruz.
Bir erkeğin yürüyüşü genellikle güçlü ve kararlı olarak algılanır. Adımlarında bir strateji ve hedef vardır. Ama bu algı, erkeğin yürüyüşüne dair toplumun şekillendirdiği kalıplardır. Kadınlar ise, yürüyüşlerinde daha çok empatik bir izlenim bırakma eğilimindedir. Toplumun kendilerine dayattığı nazik, zarif olma zorunluluğu, onların yürüyüşünü de yumuşak ve sakin kılmaya mecbur eder. Erkeklerin yürüyüşü, genellikle başarı, güç ve güvenle ilişkilendirilirken, kadınların yürüyüşü duygusal, rahatlıkla ilişkilendirilir. Peki, bu kadar farklı bir algılama biçimi ne kadar doğru?
Yürüyüş, sadece bireysel bir ifade biçimi değildir. Cinsiyet rolleri ve toplumsal beklentiler, yürüyüşün şekillenişini ciddi anlamda etkiler. Erkekler bir hedefe doğru adım atarken, kadınlar duygusal olarak “doğal” görünen yavaş adımlarla yol alır. Kadınların kendilerini “güzel” ve “zarif” hissetmelerinin beklendiği toplumda, kadınların yürüyüşü estetik bir nesneye dönüştürülür. Bu bakış açısı, her iki cinsin de yürüyüşünü estetik ve toplumsal değerlerle sınırlandırır. Fakat bu, gerçek kişilikleri yansıtmaktan çok, dışarıdan dayatılan bir maskedir.
Toplumda kadın ve erkeklerin yürüyüşü birbirine benzemediği için, bu farklar hemen yorumlanır. Kadınlar, ne kadar dikkatli adımlar atarsa atsın, birinin duruşu, bir başka kişinin yavaş yürüyüşü hemen “kırılganlık” ya da “süregeldikleri duygusal zorluklar” ile ilişkilendirilir. Erkeklerin ise “güçlü”, “kararlı” bir yürüyüşü olmalıdır. Ancak bu yargılama ne kadar da yanlış! Yürüyüş, bir kişinin içsel huzurunu, yaşadığı anı ve kendi hedeflerini dışa vurma şeklidir. Yürüyüşü üzerinden bir insanı karakterize etmek, toplumsal kalıpların ötesine geçemez. Toplumun baskısı altında bu kadar sıkışan bir kavram, insanların kendilerini özgürce ifade etmelerini nasıl engelliyor, hiç düşündünüz mü?
Bunu sormak gerek: Yürüyüş, gerçek kimliğimizin bir yansıması mı, yoksa bir toplumun koyduğu “standartlar” içinde kendimizi bulma çabamız mı? Yürüyüşümüzün karakterimizle ilgili olduğunu düşünmemize rağmen, toplumsal yapılar, hatta reklamlar, filmler ve medya gibi etkenler, bizleri tek bir norm üzerinden yargılamamıza sebep oluyor. Öyle ki, bir kadının yürüyüşü zarif ve yavaş olmalı, bir erkeğin adımları ise güçlü ve hızlı. Bu dayatmalar, toplumu daha da katılaştırıyor ve bireylerin gerçek benliklerinden uzaklaşmalarına neden oluyor.
Bir erkek, yavaş adımlarla yürüdüğünde, toplum tarafından “güçsüz” olarak algılanabilir. Aynı şekilde bir kadın, hızlı adımlarla yürüdüğünde “düşük özsaygı” ya da “güçlü” gibi etiketlerle karşılaşabilir. Bu kavramları dönüştürmek gerekmez mi?
Yürüyüş, doğal olarak bir ifade biçimi olsa da, toplumsal algılar, her adımın ne ifade ettiğine dair bize dayatmalar yapıyor. Erkeklerin “güçlü” yürüyüşü, onlara toplumda bir yer sağlarken, kadınların “zarif” yürüyüşü onlara duygusal bir kimlik sunuyor. Ancak bu iki kutup arasında sıkışıp kalmak yerine, her bireyin kendi kimliğini ve duygularını kendi şekilde ifade etmesine olanak tanıyan bir toplum yaratmalıyız. Peki ya bu yanlış algılama, toplumsal eşitsizliği derinleştirmiyor mu?
Kendi yürüyüşünüzün özgün ve toplumun dayatmalarından uzak olması ne kadar mümkün? Yürüyüş, toplumsal rollerin ne kadar baskın olduğunu gösteren bir yansıma olabilir mi? Yürüyüşün, kimliğinizin yansıması mı, yoksa toplumsal normların sınırlarını aşmamak adına biçimlendirilen bir maskeniz mi olduğunu düşünmelisiniz. Yürüyüşünüz, toplumun bakış açılarına mı, yoksa özgün benliğinize mi hitap ediyor?